14 Haziran 2011 Salı

Ya Ben de Fotoğrafa Merak Sararsam?

Denedim, oluyormuş. Ama bunu ben kendim değil, başkalarından duymalıyım.
Benim bu fotoğraflarda yaptığım ve yapacağım düzenlemeler makine mi yoksa program mı önemli sorusuna bir nevi cevap aramamdan dolayıdır. Vakit buldukça böyle değişik çalışmalar yapmaya çalışacağım. Kullandığım programlar is Photoshop CS4 ve Picasa 3. Kullandığım makineler ise 14 megapixel'i geçmeyen, profesyonel olmayan çeşitli dijital kameralar.

          Tabelalar - 14.06.2011          

         Beers or Colors - 14.06.2011          

          Dresden - 25.06.2011          

          Dresden Duvarı - 25.06.2011          

          Dresden Merkez - 25.06.2011          

          Dresden Gece - 25.06.2011          

          Dresden Tacı - 25.06.2011          

          Dresden Çin Bahçesi - 25.06.2011          

          Dresden Çin Bahçesi II - 25.06.2011          

          Dresden Glass Factory of VW - 25.06.2011          

          Malta Mavisi - 25.06.2011          

          Malta Turuncusu - 25.06.2011          

          Malta Kırmızı ve Heykel - 25.06.2011          

          Van Gogh - 25.06.2011          

          Before the Sunset in Malta - 25.06.2011          

         Malta Girl - 25.06.2011          

          Said Daireleri - 25.06.2011          

          Bionda Bella - 25.06.2011          

          Sokak Lambası - 25.06.2011          

          Kaktüs - 25.06.2011          

          Calypso Kıyısı - 25.06.2011          



6 Haziran 2011 Pazartesi

Ne Pis Birşeysin Sen Sabun Futbolu


Göründüğü kadar kolay ve zevkli değil. 3 gün oldu hala ağrıları duruyor lanet şeyin...

4 Haziran 2011 Cumartesi

Bilinmesi Gereken Tablolar - Bölüm 3

Two Women Chatting by The Sea
Denize Karşı Sohbet Eden İki Kadın


Camille Pissarro - 1830-1947
FRANSA
1856
Empresyonizm akımının en önemli isimlerinden biri olarak anılan Camille Pissarro, Paris’te eğitim gördü. 1855’te, Fransa’ya tamamen yerleşmeden önce Venezüella’yı keşfetmeye gitti. Bir sergide tanıştığı Corot’dan çok etkilendi. Sanat okulu Académie Suisse’te eğitim gördüğü sırada Monet ile tanıştı ve onun sayesinde empresyonistlerin bir araya geldiği ‘Cafe Guerbois’de, gruba katılan yeni bir halka olarak takdim edildi. 1870-1872 yılları arasında sıkı dostlukları olan Pissarro ve Monet’nin yolları, Fransa-Prusya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine ayrıldı. Tıpkı bir guru gibi, peşinde dolaşan öğrencileri oldu ve gruplara hitap etti. 1880’lerin ortasında Seurat’ın yeni-ekspresyonizmiyle flört eden ressam, kendi tekniğinden uzaklayarak yeni bir yaklaşım benimsedi. İleriki yıllarda, gözündeki rahatsızlık yüzünden daha fazla resimle ilgilenemedi. Fransa köy ve şehir hayatı ile manzara resimleri yapan Pissarro’nun ünlü tablosu ‘Denize Karşı Sohbet Eden İki Kadın’da, renk geçişleri dikkat çeker.

Le Bain Turc - Türk Hamamı
Jean Auguste Dominique Ingres 1780-1867
FRANSA
1862
Fransız Jean Auguste Dominique Ingres, 1797’de Paris’teki Louis David atölyesine girene kadar pek çok ödül kazandı. Yağlı boya ile çalışmayı tercih eden sanatçı, David’den büyük ölçüde etkilendi. Romantizmden hoşlanmamasına rağmen, resimlerinin pek çoğunda romantik öğeler göze çarpar. Flaxman’ın yanındayken Antik Çağ’a ilgi duydu ve büyük olasılıkla neo-klasik tarzdaki eserlerini bu dönemden sonra vermeye başladı. 1806’da İtalya’ya gelerek çalışmalarına devam eden Ingres, serbest çalışmalarının yanında akademik unvana sahip ‘İsa Din Bilginlerinin Arasında’ gibi eserler de verdi. Oryantalizme katkıda bulunan ‘Türk Hamamı’ tablosuyla dikkatleri üzerine topladı. Osmanlı topraklarında hiç bulunmamasına rağmen, bu kadar ustalıkla resmedilen çıplak kadınlarla dolu hamam, bazı çevrelerce alkışlanırken, bazılarınca olumsuz eleştirildi. 25 kadının çıplak biçimde hamam sefası yaptığı eseri, Le Figaro Dergisi ‘19’uncu yüzyılın en erotik resmi’ ilan etti.

The Artist’s Mother
James Abbott McNeill Whistler - 1834-1903
ABD
1871
Kariyerine asker olarak başlayan ve üç yıl deniz haritacılığı bölümünde profesyonel olarak çalışan Whistler, resme olan ilgisi ağır basınca, ani bir kararla Paris’e yerleşti. Courbet ile tanışma fırsatı yakaladı ve realizmi savunan bir grup ressamın arasına katıldı. Japon tarzında yapılmış tabloların taklitlerini yaptı. Londra’ya taşındı ve kendini İngiliz tarzı bir sanatın ortasında resim yaparken buldu. ‘An’ı anlattığı harmoni kompozisyonlarında kullandığı tonlamalarla, kendi tarzını yakalamayı başardı. Duygusal ve ahlak konularının ağır bastığı tabloları, gelecekteki İngiliz sanatçıları derinden etkiledi. Ressamın en bilinen tablosu ‘The Artist’s Mother’, renk geçişleri ve fırça darbeleriyle ön plana çıkar. Baskın renkleri gri, siyah ve beyaz olan tabloda, profilden görünen, elleri dizlerinde ve ayaklarının altında ahşap bir destek bulunan yaşlı bir kadın resmedilir. Resmedilen kadının Victorian tarzı giyimi, ait olduğu döneme bir göndermedir.

Impression Sun Rise
Claude Monet - 1840-1926
FRANSA
1872
Empresyonizmin en iddialı halkalarından Claude Monet, Jongkind ve Boudin gibi sanatçılardan etkilendi. Cesaretini toplayıp resim yapmaya başlaması, dış dünyayı keşfiyle başladı ve algıladığı dünyayı, empresyonizmin kurallarına uygun biçimde tuvaline taşıdı. Paris’te, henüz öğrenciyken tanıştığı Pissarro, Renoir ve Sisley ile sanatın temel kuralları konusunda fikir alışverişi yapma fırsatı buldu. Usta, fırça darbelerindeki yeteneği sayesinde birçok eser verdi ve 1874-1886 yılları arasında sekiz sergi açtı. Özellikle bir figürü, gün içindeki farklı saatlerde resmetmekle ünlendi. Ressam, ünlü tablosu ‘Impression Sun Rise’da, gün doğumunda, Le Havre Limanı’nın görüntüsünü tuvaline taşır. Gecenin maviliğinde, gökyüzünden süzülerek batan portakal renkli güneş, dalgaların üzerinde iz bırakır. Sanatçı, izlenimsel bir havada çizdiği resimde, abartıdan uzak ve mistik objeler yerine, her gün bilinen haliyle limanı anlatır. Gerçeklik kalitesiyle resmedilmiş eserde, olmayan ya da görünmeyen hiçbir şey yoktur.

La Rue Mosnier aux Drapeaux
Edouard Manet - 1832-1883
FRANSA
1878
Modern konuları resme taşımasıyla 19’uncu yüzyılda ünlenen Manet, empresyonist akımın önde gelen isimlerinden. Couture’ün yanında çıraklık yaptı. ‘Kırda Öğle Yemeği’ ve ‘Olympia’ adlı iki eseri, modern sanatın başlaması açısından önemli rol oynadı ve kendisinden sonra gelen genç nesle ilham kaynağı oldu. Parisli bir grup modernistin içinde yer alarak, klasik öğeler ya da konular yerine, değişen ve modernleşen hayatı resme taşıdı. Aslında tam olarak hiçbir zaman empresyonizmin bir parçası olmadı, son dönem çalışmalarında açık yapıt tablolar resmetmeye gayret etti. ‘La Rue Mosnier aux Drapeaux’ tablosunda, Mosnier Sokağı’nın bayraklar asılmış olağan bir gününü, fotoğraftaki kadar canlı bir ışıklandırmayla anlattı. Eserdeki derinlik hemen göze çarpar, üstelik sokak hareketlidir de. Barış Bayramı olarak 30 Haziran’da Fransa’da yapılan resmi tatilin hemen ardından yapılan tabloda, Fransız bayrakları dikkat çeker. Sokağın binalarının yenilenmiş hali, Endüstri Devrimi’ne de gönderme niteliği taşır.

Bathing at Asnieres - Asnieres’de YIKANANLAR
Georges Seurat - 1859-1891
FRANSA
1884
Güzel Sanatlar Okulu’nda eğitim gören Georges Seurat, resim sanatına getirdiği yenilik sayesinde, büyük ressamlar arasındaki yerini aldı. Renklerin bölünmesi ve optik karışıma dayalı yeni izlenimciliğin kurucularından oldu. İlk yapıtlarında, Chevreul’ün renk teorilerinden ve klasisizmden etkilense de, sonraki yıllarda kendi özel renk karışımlarını ve fırça darbelerini buldu. Eserlerinde, çoklu bir renk geçişi yakalayarak sanki bir fotoğrafa bakıyormuşcasına canlı anları resmetti. Yaşadığı dönem için çok tercih edilen bir teknik olmamasına rağmen, sonraki nesil için öncü oldu. ‘Asnieres’de Yıkananlar’ yapıtı, küçük fırça darbeleri kullanılarak yapılan ‘balayé’ tekniğiyle resmedildi. Ressamın renkleri, çağdaş renk teorisinin de ilk örneklerinden biri kabul edilmesini sağlamıştır. Sanayinin gelişmesiyle ortaya çıkan işçi sınıfının tatil merkezi haline gelen Asnieres’de yüzen ve dinlenen işçileri resmeden Seurat, burjuva ve çalışan takımının farklı zevklerine dikkat çeker.

Le Barrage de Saint Mammes
Alfred Sisley - 1839-1899
İNGİLTERE
1885
Alfred Sisley, çocukluğunun ilk yıllarında Corot’nun, 1862’de Charles Gleyre’in stüdyosuna kabul edildi. Monet ve Renoir’ın eserleriyle burada tanıştı ve bu iki sanatçıdan da ilham aldı. Ressamın, tablolarında en göze çarpan unsur ışıklandırması oldu. Renkleri birbirine karıştırarak elde ettiği ışık oyunları tablolarının, başka sanatçılarınkinden ayrılmasını sağladı. Bir süre sonra da empresyonizm akımının en sadık sanatçılarından biri haline geldi. Özellikle dış mekân ve manzara resimleri çizen Sisley için Loire Vadisi, Seine ve Thames Nehri önemli temalar arasında yer aldı. Babasının zengin olması, sanatıyla daha fazla ilgilenmesine ve tablolarında kendini geliştirmesine olanak tanıdı. ‘Le Barrage de Saint Mammes’ (Saint Mammes Barajı) tablosunda Sisley, empresyonizmin en önemli özelliklerinden biri olan aydınlık renkleri kullanmıştır.

Vase With Twelve Sunflowers - Vazoda On İki Ayçiçeği
Vincent Van Gogh - 1853-1890
HOLLANDA
1888
Bazı resimleri ve eskizleri, dünyanın en değerli eserleri arasında yer alan Vincent Van Gogh ilk gençlik yıllarında bir sanat simsarlığı firmasında çalıştı. Öğrenimini yarıda bırakmasına karşın, üstün zekâsı onu resim sanatına yönlendirdi. Resim kariyerine ölümünden 10 yıl kadar önce başladı. Paris’te tanıştığı izlenimcilik akımı, eserlerinde canlı renklere geçiş yapmasını sağladı. Bir süre sonra da kendine özgü tarzını bularak genç nesilleri etkiledi. 10 yıllık kariyeri boyunca, iki bine yakın esere imza attı. En önemli eserlerini ise ölümünden iki yıl kadar önce yaptı. En yakın arkadaşı olarak bilinen Paul Gauguin ile ilişkilerinin bozulması üzerine kulaklarından birini kesti ve giderek bozulan ruh sağlığı intiharına sebep oldu. En ünlü tablolarından biri olan ‘Vazoda On İki Ayçiçeği’, parlak sarı rengi ve hemen tuvalden çıkacakmış gibi canlı oluşuyla sanatseverlerden tam not aldı. Vazoda görünen 12 ayçiçeği, gerçekliğinden çok, ressamın kendi iç dünyasındaki yansıması olarak tuvale taşındı. Ressamın, sade fon önünde ayçiçeklerine akıcı fırça vuruşlarıyla canlılık kattığı gözlemlenir.

Moulin Rouge-La Goulue
Henri Toulouse Lautrec - 1864-1901
Fransa
1891
Lautrec’in resme olan yeteneği, küçük yaşlarda çizdiği karikatürlerle fark edildi. Yine küçük yaşlarda, genetik bir hastalığa tutuldu ve ince kemikleri, sürekli kırılan kolları ve bacakları yüzünden çok sıkıntı yaşadı. Hem kısa boylu hem sakat olarak hayatına devam etti. 1882’de sanat eğitimi almak için Paris’e gitti ve kabare sanatçılarını, dansçıları ya da palyaçoları resmetti. Van Gogh ve Emile Bernard gibi sanatçılarla tanışarak empresyonizmin etkisi altına girdi. Bir süre sonra litografi yönündeki yeteneğini keşfetti ve klasik yönden uzak ama poster anlayışına yakın resimler yaptı. Yaşı 17 iken iki binin üzerinde eseri vardı; ancak asıl başarısını, ‘Moulin Rouge’ müzikholünü anlattığı renkli posteriyle yakaladı. Kankan danslarının yapıldığı Moulin Rouge’un elektrikle aydınlatılmış süslü dekoru, ressamın eserde ampuller resmetmesine ilham verdi. Tablo, empresyonist akımın, Paris gece hayatını anlatan en iyi örneklerinden biri olarak nitelenir.

The Scream - Çığlık
Edvard Munch - 1863-1944
Norveç
1893
Norveçli ekspresyonist ressam Edvard Munch, Oslo’da eğitim aldıktan sonra belirli aralıklarla Almanya, İtalya ve Fransa’da yaşadı. Gauguin ve Van Gogh’dan etkilendi; hatta kendinin de en az onlar kadar hastalıklı bir mantığa sahip olduğunu kabul etti. Aslında bu Munch’un sanat hayatına önemli bir katkı sağlayarak eserlerini hayat, aşk ve ölüm arasında dolanan bir üçgende vermesine neden oldu. Çizgileri ve renkleri birbirinin içine geçirerek kullanmasıyla dikkat çekti. İlk dönem eserleri daha karamsar olmasına rağmen yaşamının sonuna doğru yaptığı tablolarda, bu kötümserliğin yerini mutluluk ve umudun aldığı açıkça görülür. En önemli tablosu ‘Çığlık’, korkan, umutsuz ve karamsar bir insanın yüzüne verdiği ifadedeki mükemmelliğiyle dikkat çeker. Doğanın çığlığı olarak da anılan eserde ressam, gün batımı esnasında, trabzanlara yaslanmış insanın, doğanın sesini duyduğu andaki ifadesini resmeder.


2 Haziran 2011 Perşembe

Bilinmesi Gereken Tablolar - Bölüm 2

THE DEATH OF VIRGIN - Meryem’in Ölümü
Michelangelo Merisi da Caravaggio - 1571-1610
İTALYA
1601-1605
Soyadını, doğduğu köyden alan İtalyan ressam Caravaggio, Roma’ya gitmeden önce Milano ve Venedik’te eğitim aldı. Işık ve gölge kullanımı ile barok akımının en özgün sanatçılarından oldu. İlk eserlerini, Lotto ve Savoldo gibi sanatçılardan etkilenerek yaptı. Bir dönem Tiziano’dan eğitim aldı ve bu yolla Venedik Okulu ile ilişki kurdu. Roma’da kaldığı sırada daha çok, başta kendininki olmak üzere portreler, ölü doğa ve meyve resimleri yaptı. Doğalcılığın yanı sıra ışık ve renklerinde, neredeyse realizm akımının etkileri görülür. Son dönem eserlerinde dinsel sahneleri resmetti. Tam bir ustalık meyvesi olan ‘Meryem’in Ölümü’ tablosu, Caravaggio’nun ışık ve gölge konusunda dâhiyane olduğunun ve resimsel düzlemi, dramatik bir stilde ele alışının göstergesidir. ‘Meryem’in Ölümü’nde ressamın çağdaşlarından farklı olarak gölgelere önem vermesi, dramatik anı tıpkı bir teatral sahne gibi algılaması tabloyu önemli kılar.

THE RAPE OF THE DAUGHTERS OF LEUCIPPUS - Leuccipus’un Kızlarının Kaçırılışı
Peter Paul Rubens - 1577-1640
Hollanda
1618
Sanatçı, belli aralıklarla Tobias Verhaecht, Adam Van Noort ve Otto Vaenius gibi öğretmenlerden ders aldı. İtalya ve İspanya’ya seyahatlere çıktı, bazı kiliselerde resim yapma fırsatı buldu. İtalya’da yakından incelediği Michelangelo ve Tiziano’nun eserlerinden etkilendi. Zamanla yeteneğini geliştiren ve aynı zamanda bir sanat taciri olan Rubens, çok geçmeden barok tarzının ünlü ressamları arasına girdi. Birçok zengin tüccarın ve soylunun portrelerini yaparak, tanınırlığını artırdı. Portrelerin yanı sıra, manzara resimlerini ve tarihsel olayları tuvaline taşımaktan geri kalmadı. Sadece Rubens’in değil, barok tarzının da başyapıtı kabul edilen ‘Leuccipus’un Kızlarının Kaçırılışı’ tablosunda, iki atın güç gösterisi olarak şahlanıyor olması, ressamın göndermelerinin inceliğine işaret eder.

THE NIGHT WATCH - Gece Bekçileri
Harmensz van Rijn Rembrandt - 1606-1669

HOLLANDA
1642
Hollanda’nın önemli ressamlarından Harmensz van Rijn Rembrandt, birçok sanatçının yanında eğitim aldı. Pieter Lastman ve atölyesini paylaştığı Jan Lievens’ten etkilendiği biliniyor. 1630’ların başında Amsterdam’a yerleşen sanatçı, yaptığı başarılı portrelerle önemli bir gruba hitap etmeye başladı. Dönemindeki sanatçılardan farklı olarak, geçmişi değil, devam eden hayatların hikâyesini resmetmeye çalıştı. Tutkulu ve meraklı bir karakteri olması, onu farklı konuların resmini yapmaya itti. Tuval üzerine yağlı boya ile resmettiği ‘Dr. Tulp’un Anatomi Dersi’, çevresinde şaşkınlık yarattı. En ünlü eseri ‘Gece Bekçileri’ ise kalabalığın içinde dinamik ve hareketli bir grup portresi olarak dikkat çeker. Yüzbaşı Frans Banning Cocq ve Teğmen Willem van Ruytenbuch komutasındaki şehir muhafızlarının gece devriyesinin anlatıldığı tablonun en önemli özelliği, ışık oyunları sayesinde esrarlı bir hava yaratılmış olmasıdır. Tabloda, Barok tarzın en önemli özelliklerinden ışık gölge karşıtlığının, ressam tarafından ustaca kullanılması sayesinde, tüm figürler canlıymış gibi algılanır.

Las Meninas - Nedimeler
Diego Velazquez - 1599-1660
İspanya
1656
Felsefe, dil eğitimi ve resim dersleri aldı. İlk öğretmeni Herera oldu, sonra Pacheco’nun yanında eğitim gördü. İki öğretmeninden de etkilenen Velazquez, Kral IV Felipe’nin sarayına ressam olarak atandı ve İspanyol kralın dostluğunu kazandı. Yaptığı portrelerle adından söz ettiren ressamın, ışık oyunları ve tablolarında yarattığı atmosfer, genç İspanyol sanatçılara ilham verdi. Bodegon türünde eserleriyle dikkat çeken Velazquez’in en ünlü tablosu ‘Las Meninas’, şaşırtıcı bir özelliğe sahiptir. Tablosunda, kendini de resmedilenler arasına yerleştiren Valezquez, yaptığı oyunla gizemli bir hava yaratmayı başarır. Kral IV. Felipe’nin kızı Margarita ve hizmetçileri, resmi yapan Velazquez’in yanında konumlanır. Kral ve kraliçenin ise arka tarafa yerleştirilmiş bir aynadan yansıması görülmektedir. Böylece resim, ayna objesi sayesinde, dışarıdakini içeriye dâhil etmektedir. Resmin yapıldığı anın resmedilmesi ressamı unutulmaz kılmıştır. Valezquez’in, Batı resmine farklı mekân yorumlarıyla kattığı eserler, dikkat çekicidir.

Girl With A Pearl Earring - İnci Küpeli Kız
Johannes Vermeer - 1632-1675
HOLLANDA
1665
Johannes Vermeer’in ünü, ölümünden sonra dünyaya yayıldı. Yaşadığı sürece şehir dışına çıkamayan sanatçı, hakkında fazla bilgi olmamasına rağmen, laciverttaşı gibi pahalı boyaları kullanmasıyla tanındı. Pointillé adı verilen özel bir teknikle resim yapmayı tercih eden sanatçı, yaşadığından daha kusursuz bir dünyayı ve aşk temasını eserlerine konu etti. Tablolarında, köylü bir kızdan, zenginlerin şaşaalı hayatına kadar, yaşadığı çevreye dair her ayrıntı görülür. ‘Kuzey’in Mona Lisa’sı’ olarak adlandırılan en başarılı eseri ‘İnci Küpeli Kız’ tablosundaki genç kızın masumiyeti ve bakışlarındaki etkileyicilik, ressamın başarısını artırdı. Tablonun ana objesi inci küpe ön plana çıkarken, ressamın tablolarında eksik olmayan mavi ve sarı renkteki örtü dikkat çeker.

The Swing - Salıncak
Jean Honore Fragonard - 1732-1806
Fransa
1767
Chardin’den dersler alarak kendini yetiştirdi. 1752’de ‘Büyük Roma Ödülü’nü aldı. Hollandalı birçok ustadan esinlenmesine rağmen, özgünlüğünü hiçbir zaman kaybetmedi. Eserlerinde, erotizm, toplumsal düzendeki çarpıklıklar, ‘an’ın resmi ya da aldatma gibi güncel temaları işledi. Değişik ortamlarda çocukları resmetmesiyle ve çıplak kadın tablolarıyla dikkat çekti. Yağlı boya tekniğiyle çalışan sanatçı, La Fontaine’in birçok masalını da betimledi. Fragonard’ı belli bir kalıba koymak zor olmakla beraber ressam, gittiği yerlerden etkilendi. İtalya’ya yaptığı yolculuklar sırasında Venedik tarzından, Hollanda’da yaşadığı dönemde ise çevresindeki sanatçılardan esinlendi. Buna karşın, hızlı fırça vuruşlarına sahip olması, kendi tarzını yakalamasına yardım etti. Tablolarında, bilinen tarihsel sahnelerden çok insanın doğal tarihi yer aldı. ‘Çalınmış Öpücük’ ve ‘Sürgü’nün yanında öne çıkan en önemli tablosu ‘Salıncak’, halinden memnun bir adamın, salıncakta sallanan genç kızın bacakları arasındaki gizli şeye baktığı anı anlatır. Eserde Fragonard, o dönemin kadınlarının, kabarık elbiseler giymesine karşın iç çamaşırı kullanmayarak, erkekleri kendine bağladığına gönderme yapar.

The Third of May 1808 - 3 Mayıs 1808
Francisco Goya - 1746-1828
İSPANYA
1814
Portrelerle tanınan Goya’nın eserlerinde modern sanatın ilk adımları görülür. Genç yaştan itibaren yaptığı resimlerle takdir kazanan ressam, 40 yaşına geldiğinde Kral IV. Carlos’un emrine girdi ve sarayın baş ressamı olarak birçok eser verdi. Güney İspanya yolculukları sırasında geçirdiği rahatsızlık yüzünden sağır oldu. Mizacı, karamsar ve içe dönük bir hâl aldı. Tablolarında, bunalım, zulüm ve travmaları konu edinmeye başladı. Bu dönemde gözlemci tarafının ağır bastığı eserler ön plana çıktı. Fransız askerlerinin İspanya işgalinden de etkilenen Goya, ‘3 Mayıs 1808’ tablosunda şiddeti ve savaşı resmetti. Eserde, beyaz gömlekli bir İspanyolun, Fransız askerleri tarafından kurşuna dizilişi resmedilir. Yerde, kanlar içinde yatan insanlar vardır. Goya, eserini Fransızların 1808’de Madrid’i işgali sırasında, Napolyon’un asekerlerine direnen ve çaresiz kalan İspanyolların anısına resmetmiştir. Tablo, kanlı bir savaşı resmederek, tarihe ışık tuttuğu için önemlidir.

The Wonderer Above the Sea of Clouds -
Caspar David Friedrich - 1774-1840
ALMANYA
1818
Caspar David Freidrich, J. G. Quinstrop’tan dersler alarak resim yeteneğini geliştirdi. 1794’te girdiği Kopenhag Akademi’de dikkat çekti. Okul bittikten sonra Almanya’ya dönerek Dresden’e yerleşti ve hayatının sonuna kadar oradan ayrılmadı. Dramatik sahneleri, karmaşık duyguları ve esrarengiz atmosferleri resmetmesiyle ünlendi. Doğanın hem sakin hem de coştuğu anları tuvaline yansıtan sanatçı, genç Alman ve İskandinav sanatçıları derinden etkiledi. 1824’te Dresden Akademisi’ndeki profesörlüğü sırasında öğrencilerine, formatif figürleri ve romantik akımın inceliklerini aşıladı. Bir dönem eserleri sanat çevrelerince unutulsa da, 1900’lerin başında popülerliğini yeniden kazandı. Sisli bir havada, kayalıkların üzerinde sırtı dönük bir erkeği tasvir ettiği ‘Bulutların Üzerinde Yolculuk’ tablosu, geleceği düşünen ama önünü sis perdesinden göremeyen birinin hikâyesini anlatır. Tabloda, karmaşık ve belirsiz bir manzaraya bakan erkeğin kendi üzerine düşünüyor olması, hem bu manzara içinde önemsizliğine, hem de dik bir kayalıkta durduğu için, önündeki her şeye vakıf olduğuna gönderme yapar.

The White Horse - Beyaz At
John Constable - 1776-1837
İNGİLTERE
1819
Yeteneği ve geçirdiği mutlu çocukluktan edindiği görsel birikimle, 19’uncu yüzyılda yetişmiş en iyi İngiliz manzara ressamlarından biri olan Constable, kendisinden önce gelen sanatçıların gerçeği pek yansıtmayan resimlerine karşın, çevresini ve doğayı olduğu gibi ve canlı resmetmeyi başardı. Bulutlara nerdeyse hareket kazandırdığı ve kullandığı renklerin sıcaklığıyla adeta gerçekmiş gibi algılanan tabloları, ününün yayılmasında etkili oldu. 1799’da Kraliyet Akademisi’ne girdi ve aldığı eğitimi, kendi tarzında boyadığı kesik fırça darbeleri ve renk karışımları ile birleştirerek, kendi üslubunu yakaladı. Ressam, genellikle yüksek tepeler, bulutlu dağlar, ot yığınlarıyla kaplı alanlar gibi İngiltere’nin kırsal alanlarını resmetmeyi tercih etti. Birçok ressam ve düşünüre ilham kaynağı olan sanatçı, 1824’te Paris Salonu’nda sergilediği ‘Saman Arabası’ serisiyle Kraliyet Akademisi üyeliğine getirildi. 1819’da yaptığı ‘Beyaz At’ adlı eser, sanatçının üslubunu tam olarak ortaya koyar. Hareketli kıvrımlar ve gerçekmiş gibi renklendirdiği sahne ile ressam, sanat tarihine adını yazdırmaya hak kazandı. Tabloda, Suffolk’taki Stour Nehri’nde, suya bakan beyaz bir at, ince resmedilişiyle dikkat çeker.

Rain, Steam and Speed - Yağmur, Buhar ve Hız
Joseph Mallord William Turner
1775-1851
İNGİLTERE
1844
Joseph Mallord William Turner, 1789’da Kraliyet Akademisi’ni bitirdikten sonra İngiltere’yi gezdi ve seyahatleri sırasında onlarca deftere, hem notlar aldı hem küçük çizimler yaptı. Çalışmalarının ilk meyvelerinde, suluboya ve yağlı boya kullanmasına rağmen sonunda yağlı boyada kendini bulduğunu anladı. 1819’da İtalya’ya yaptığı ilk seyahatten sonraki bazı eserlerinde klasik döneme ait izler bulunur. ‘Rain, Steam and Speed’ adlı eserinde ise empresyonizmin ilk izleri görülür. Geride, 300’den fazla yağlıboya eser bırakan İngiliz ressam, modern resmin de öncüsü kabul edilir. En ünlü tablosu olarak bilinen ‘Rain, Steam and Speed’de, Büyük Batı Tren Yolu’nu resmeden sanatçı, sanayi devriminden sonra değişen ve hızla farklı bir yöne gden topluma bir gönderme yapar. Belli belirsiz resmedilen tren, buhar, hız ve yağmurun arasında flulaşarak yol alır.

Bilinmesi Gereken Tablolar - Bölüm 1

THE WEDDING AT CANA
GIOTTO DI BONDONE 1267 - 1337 İTALYA


1303 - 1306
Rönesans'ın yaratıcılarından Giotto di Bondone, ölümünden sonra yıllarca tarih sayfalarında kalacak kadar yetenekli bir ressam olarak anıldı. İtalyan tarzını stilize etmesi ve Bizans sanatını resimlerinde harmanlaması, başarısının asıl sebebi oldu. Kendi kişiliğini sanatına yansıtan ilk sanatçılardan biri. Sanatçı, İncil'den aldığı sahneleri, insan psikolojisini ve duygularını, doğallıkla buuluşturarak resimlerine hayat verdi. En büyük eseri kabul edilen 'The Arena Chapel - The Wedding at Cana'da bir mucize yaratan Giotto, İsa ve Meryem'in hayatlarını konu alan frenaslerini bölümler halinde duvara çizdi. Resimleri izleyenlerin, gerçek bir olayın içindeymiş gibi hissetmelerini sağladı. "he Wedding at Cana" insan yüzlerine ifade katılan bir eserdir.

THE TRIBUTE MONEY
TOMMASO MASACCIO 1401 - 1428 İTALYA


1425 - 1427
Tommaso Masaccio, insan vücudunun tüm hatlarına ve kıvrımlarına daha önce görülmemiş bir biçimde hareketlilik kattı. Bu başarısı nedeniyle döneminin en parlak sanatçılarından biri olarak sanat tarihinde yerini aldı. Özel perspektifi, ışıklandırması ve resme kattığı canlılık, eserlerindeki gerçeklik hissini artırdı. Dağınık bir karakteri olmasına karşın, resme olan tutkusunu ve disiplinini hiçbir zaman kaybetmedi. Brancacci Şapali'ne çizdiği 'The Tribute Money' frenksindeki renk canlılığı ve hareketlilik ile gerçekçilik duygusunu hissettirdi. Eserde, Floransa okulunda genel olarak kullanılan yaygın ışık tekniği kullanılmıştır ve bütün kompozisyon aydınlıktır.

PORTRET van GIOVANNI ARNOLFINI EN ZIJN VROUW
Arnolfinin’nin Evlenmesi


Jan van Eyck - 1389-1441 - HOLLANDA
1434 Dönemin en ünlü sanat okulu olarak bilinen Brugge’de eğitim aldı. Yağlı boya resimleriyle ünlenen Flaman ressam, kısa sürede Rönesans döneminin önemli sanatçılarından oldu. Renkleri kullanma biçimiyle adından söz ettiren sanatçı, portre ve dinsel konulu resimlerde ön plana çıktı. Orta Çağ sanatçılarından sıyrılarak, yağlı boya tekniğini geliştirdiği ve bu teknikte çığır açtığı bilinir. Portredeki başarısı ve reçine üzerine boya dökerek elde ettiği renkler sayesinde kısa sürede üne kavuştu. Eserleri ekspresyonizmin etkisinde kaldı. Özellikle portrelerindeki detaycı yanı, ressamı ustalar arasına taşıdı. En ünlü tablosu ‘Arnolfini’nin Evlenmesi’, resim tarihi açısından da bir ilk olma özelliğine sahiptir. Arnolfini çiftini resimlediği tablo, evlenme anının resmedilmesi nedeniyle, bir nevi ‘evlilik cüzdanı’ niteliğindedir. Eseri bu kadar önemli kılan detay ise ayna. Duvardaki ayna, müthiş bir akis tekniğiyle anı derinleştirmek için kullanılmış. Aynaya dikkatlice bakıldığında, Van Eyck’ın da resmin içinde olduğu görülür. Ressam, kendini ‘an’a dâhil ederek, resim sanatına farklı bir boyut kazandırdı.

TUIN DER LUSTEN - Zevkler Bahçesi
Hieronymus Bosch - 1450-1516
HOLLANDA
1480-1490 Rönesans’ın Kuzey’deki temsilcilerinden biri olarak tarihe geçti. Tüm yapıtlarını, dönemin kralları ve asilleri satın aldı. Muhteşem alegorik, mistik ve fantastik işlere imza attı. Tablolarında melekler ve şeytanlar, canavarlar ya da gerçeküstü, hiç görülmemiş, resmedilmemiş yaratıklar çizdi. Yaşadığı döneme göre farklı tarzı olmasına rağmen, sonraki kuşaklarda anlaşılacak sürrealizm akımının öncüsü oldu. Sigmund Freud eserlerini incelediğinde, Bosch’un gece kâbuslarını ahşap üzerine resmettiğini savundu. Kendi hayatında karamsar olmasına ve acı dolu bir dünyada yaşadığına inanmasına karşın, resimlerinde müthiş bir renklilik ve mutlu ifadeli insanlar yansıttı. Sanat tarihine eşsizliğiyle geçen ‘Zevkler Bahçesi’ adlı eserinde, bütün kuralları yıkarcasına resmettiği çıplak insanların keyifli anlarını, fantastik bir öykü içinde verdi. Tabloda, bir yanda dünya nimetlerinden zevk alan insanlar, diğer yanda günahları yüzünden cezalandırılanlar dikkat çekiyor. Tablo aynı zamanda Orta Çağ insanında hakim olan karabasan ve ölüm düşüncesine de vurgu yapıyor.

BIRTH OF VENUS - Venüs’ün Doğuşu
Sandro Botticelli - 1445-1510
İTALYA
1485
‘Küçük Fıçı’ lakabıyla anılan ünlü İtalyan ressam Botticelli, Fra Lippo Lippi’nin yanında resim ve geometri dersleri aldı. Yeteneği sayesinde, 1480’de, Sistina Şapeli’nde, kendi fresklerini çizmeye başladı. İlk çalışmalarında dinsel, mitolojik ve alegorik etki görülse de, Botticelli, aslında güzelliğe tutkun bir sanatçı olarak ön plana çıktı. Çevresi tarafından da bilinen kaygılı mizacı, sanatına yön vermesinde etkili oldu. Döneminin sanatçılarından, tablolarındaki zengin ayrıntıları, uzun boylu ve ciddi insan ifadeleri ile fark yaratmayı başardı. 1485’te yaptığı ‘Venüs’ün Doğuşu’ adlı eseriyle, kariyerinde üst basamaklara tırmandı. Yapıtta, tanrıça Venüs’ün bir deniz kabuğundan doğduğu ve çıplak güzelliğiyle etrafındakileri büyülediği an resmedilir. Botticelli’nin Venüs tasviri, diğer sanatçılardan farklı olarak biraz erotiktir. Göğsünü ve cinsel organını tam kapatamamış olması dikkat çekicidir. Bu kapatma biçimi sonra birçok heykeltraş tarafından taklit edildi. Sanatçının diğer eserlerinden bazılarının yakıldığı, ancak yasak olmasına rağmen pagan etkisi taşıdığı açıkça görülen bu eserine dokunulmadığı bilinir.

MONA LISA
Leonardo Da Vinci - 1452-1519
İTALYA
1503-1506
Floransalı dâhi Leonardo da Vinci, Rönesans’ın en iyi ressamlarından biri olarak kabul görür. Kesin olmamakla beraber Verrocchio’dan eğitim aldığı söylenir. 1482’de Milano’ya taşındığında Dük Sforza için çalışmaya başladı. Sanatçı, fresk teknikleri ve kompozisyonu işleme biçimiyle diğer sanatçılardan sıyrılmayı başardı. Biraz dağınık bir karaktere sahip olması, birçok eserini yarıda bırakmasına neden oldu. Yalnızca resimle yetinmeyip heykel, matematik ve anatomi gibi birçok farklı alanda da ivme kaydetti. Uzun yıllar İtalya’da bir seyyah gibi dolaşan da Vinci, birçok kral ve asil için resimler yaptı. Üstün zekâsı ve hemen her şeye merak salması, sanatının çeşitliliğine ilham verdi. Resim konusunda o kadar ustalaştı ki, 1503-1506 yılları arasında yaptığı ‘Mona Lisa’ tablosu hemen herkesten tam not aldı. Mona Lisa’nın yüzündeki hem mutlu hem de hüzünlü ifadenin sırrı, bugün bile tam anlamıyla çözülebilmiş değil. Portrede oturur halde görünen Lisa Gherardini sfumoto tekniğiyle (renk ve tonlar arasında yumuşak geçişleri sağlayan gölgeleme yöntemi) resmedilmiştir. Bu tekniği ilk kez da Vinci kullanmıştır.

SCHOOL OF ATHENS - Atina Okulu
Raffaello Sanzio - 1483-1520
İTALYA
1510
İtalyan Rönesansı’nın önemli ressamlarından Raffaello Sanzio, ilk eğitimini Urbino Kontu’nun saray ressamı olan babasının atölyesinde aldı. Sonra Perugino’nun yanına çırak olarak girdi. 16 yaşında yaptığı ‘Havva’nın Yaratılışı’ ve ‘Trinite’ tablolarıyla dikkat çekti. 1504’te Floransa’ya taşınan sanatçı, en ünlü eserlerinden ‘Bakire ve Çocuk’u burada tamamladı. Genç yaşta bu denli yetenekli olması sayesinde ünü hızla yayıldı ve Papa Julius tarafından Roma’ya davet edilerek, Vatikan Sarayı’nın ressamlarından oldu. Michelangelo ve da Vinci’nin figürlerinden ve kompozisyonlarından etkilendi. Resmettiği teolojik, felsefi ve lirik tablolarda hep bir sakinlik hâkimdir. Raffaello, kariyerindeki en önemli eseri ‘Atina Okulu’ freskinde, eski Yunan filozoflarını tasvir eder. Tam ortada yan yana Eflatun, Aristo ve Sokrates bulunur. İdealar dünyasından mutlak düşünceye kadar felsefenin büyük argümanlarının içinde saklandığı eserde ressam, sanat çevresine rüştünü ispat etti. Raffaello, 37 yaşında soğuk algınlığından hayatını kaybetti.

CREATION OF ADAM - Adem’in Yaratılışı
Michelangelo Buonarroti - 1475-1564
İTALYA
1511
Rönesansın ve maniyerizmin (özenticilik) büyük sanatçısı, ressam, mimar ve heykeltıraş Michelangelo, Ghirlandaio Kardeşler’den dersler aldı. Çok geçmeden önemli bir yetenek olduğu fark edilen sanatçı, 1490’da Floransa’nın hükümdarı Lorenzo De Medici için heykeller yapmaya başladı. Rüştünü kanıtladığı ünlü eseri ‘Davut’ heykelini yaptığında 26 yaşındaydı. İnsan formunu her açıdan yeniden yaratmak için, kadavralar üzerinde çalıştığı bilinir. İdealleşmiş insan boyutuna ulaşma arzusu, onu insan tasvir ettiği resimlerde benzersiz kıldı. Klasik dönemden izler taşımasına rağmen, Rönesans’a büyük bir katkı sağlayan ressam, derinlikte perspektif olgusunu, kendi tarzını katarak özel bir yere oturtmuştur. Kendini heykeltıraş olarak tanımlayan Michelangelo’nun en önemli eserlerinden ‘Adem’in Yaratılışı’, yaratılış efsanesindeki büyük ayrılmayı ve birbirine ancak parmak ucu kadar yakın ama bir o kadar ayrı düşmüş Tanrı ve Adem’in hikâyesini konu alır. Hıristiyanlıkta Tanrı’nın Adem’e hayat üflemesinin betimlendiği sahnede, bir birine değen işaret parmakları, Tanrı’nın Adem’i kendi suretinden yarattığına gönderme yapar.

VENUS AND ADONIS - Venüs ve Adonis
Tiziano Vecellio - 1477-1576
İTALYA
1553
Dinsel ve mitolojik sahneleri tasvir ettiği resimleri Tiziano’nun, başarısına başarı kattı. İlk dönemlerinde mozaik sanatıyla ilgilense de, Bellini kardeşlerin atölyesine girince yağlı boya resimlere yoğunlaştı. 1510’da, Padova’da yaptığı büyük freskler sayesinde Venedik Cumhuriyeti’nin baş ressamı olarak işe alındı. Bir yere bağlı kalmayı sevmediğinden, sürekli seyahat ederek gözlemler yaptı. Çalışmalarında tarihi sahneler, mitoloji ve aşk başrol oynadı. En ünlü tablolarından ‘Venüs ve Adonis’; Adonis’in, Venüs’ü terk ediş efsanesini konu alır. Venüs, köpekleriyle beraber gitmeye çalışan genç Adonis’i engellemeye çalışırken resmedilir. Efsaneye göre aşık olduğu Tanrı Adonis’i durdurmaya çalışan Venüs’ün çıplak bedeni ilgi çekicidir. Tabloda sadakati simgelemek için köpek figürü kullanan ressam, hemen ağacın dibinde uyuyan ve bu dramatik ayrılıştan habersiz bir meleğe de dikkat çeker.